Bedenimiz ve beden algımızın kişilik özelliklerini belirlemede önemli bir yeri vardır. Birçok kişilik yönelimli araştırmacı beden ile beden bölgelerinin önemli duyguların iletişimsel yansıması ve kişiliğin güçlü ifadesel simgeleri olduğunu kabul ederler.

Kimlik gelişimimizde beden algısı önemlidir. birçok kuramcı bunun altını çizer. Freud egoyu beden egosu ile tanımlar. Yine kimlik gelişimimizde beden algısının önemini Winnicott vurgulamıştır. Winnicott modern terapistleri etkilemiş bir çocuk doktorudur. Çocuklarla çalışmıştır. Beden egosunun bedensel deneyimlerden oluştuğunu söyler. Bebek kucaklanma, tutulma sayesinde derinin ne olduğunu öğrenir. Deri de bebeğe sınır duygusunu kazandırır. Ben ile ben olmayan arasındaki durumu tanımlar. ilk farkındalıklarımız beden aracılığı iledir.

Gelişimsel döneme baktığımızda da her bebek aslında kendi ritmik özellikleri ile çevresindeki ritmik özelliklerle etkileşerek büyür. Ben ile ben olmayan arasındaki sınırın netleşmediği bebeklik döneminde, ben kavramı bebeğin bedenini fark etmesiyle başlar.  Winnicott’a göre de bebeğin psişik yapısının temelleri ve benlik hissiyatı anneyle kurulan bedensel ilişki üzerinden gelişir. Annenin bebeği kucaklaması, kucaklama şekli bebeğin gereksinimlerine ve ritimlerine uyum sağlamalıdır.

Winnicott’a göre kucaklama yetersiz yada güvensiz olursa bebekte bir tür dağılma, parçalara ayrılma ve ‘sonsuza dek düşme’ hissine yol açar. Olumsuz bedensel deneyimin ruhsal yansıması olarak bebek tarafından yaşanır. örneğin bebeği kucağımıza aldığımızda sırt bölgesi desteklenmezse bebek ileri geri hareketler ile denge oluşturmaya, bu da güvensiz bir ortama işaret eder. bebekler sözlü mesajları değil sözsüz mesajları daha net algılarlar. Verdiğimiz mesajların ne olduğunu bizlerin de anlaması sağlıklı bir ilişki içinde elzemdir

Ergenlik döneminde eski gelişim dönemleri özellikleri tekrar alevlenir ve en büyük ihtiyaçlarından birisi kendini tanıma isteği olan ergen birey, zamanının önemli bir kısmını ayna karşısında geçirir. ergenlik döneminde ayna karşısında geçirilen zaman kimlik gelişimi ile ilgilidir.

Yanımızdaki bize sarıldığında biz kendi içimize döndüğümüzde ben, bana sarılanın şeklinin dışında kalanım deriz yani ben’in farkındalığı bedeninin sınırlarını fark etme ile başlar ve birçok çocuk bu teması yaşamamıştır. Bu yüzden temas, dokunmak önemlidir.

Yine beden ile çalışmış başka bir kuramcı da Wilhelm Reich’dır. Beden zırhı üzerinde durur. Bu baskılanmış duygulardan oluşur. İkinci deri gibi dış dünyadan korur. Kronik beden gerilimi oluşur bu zırhta. Beden sahip olduğu duygularla kalıba sokar. Reich neden bu kronik gerilimlere sahibiz diye sorar. İki sebepten bahseder.

1- Kendiliği bir arada tutmak, psikozun tam tersidir, dağılmanın tersidir. Gevşerlerse parçalara ayrılır gibidir.

2- Duygu yüklü olan bölgeler parçalara ayrılır, birbirinden ayrılır. Doğudaki çakralar gibi. Birçok kişinin farklı şekilde aynı şeyden bahsetmeleri ilginçtir.

Beden anıların alıcısı gibidir. Yaşadığımız travmalar bedende de yaşanır ve saklanır. Sebebini bilmediğimiz ağrılar, bedensel engeller genelde yaşadığımız zorlanmaların izleridir, bedendeki izdüşümüdür. Beden dilinin çözümlemenin kişinin kendisini ve başkalarını tanımada, kişisel alanında etkinliğini artırmada ve ilişkileri üzerine olumlu etkileri olacaktır. Kendiliğinize giden yolda bedeni tanımak en önemli yol ayrımlarından biridir diyebiliriz.